13 Ocak 2009 Salı

"Doğrudur, somut bir şey yaptığımız yok, ve hatta öngörülen ve şu anki dünyada normal olan da iki yıl içinde bir şey yapamadığımız için depresyona girmemiz. Ama şu da var ki en azından düşünüyoruz, konuşuyoruz, farkındayız ve hissediyoruz. Düşünmeyi, konuşmayı, farkında olmayı geçiyorum, tekrar; hissediyoruz.

Biz senin içinde bulunduğun görüşün, elimizde olmadan, üç sene önce üzerinden geçtik..."


Ergenlik, insanın geçirdiği en zor dönemlerden biri aslında; daha doğrusu ortada somut bir zorluk yok, ancak söz konusu zorlukları aşmanıza da kapasiteniz müsait değil. Hormonlar yeni ortaya çıkmasa da, gücünü göstermeye yeni başlamış, aynı anda hem herkesin sizi izlediğini düşünüyorsunuz, hem de kimsenin sizi görmediğine dair bir isyanınız var. Hem ilgi istiyorsunuz, hem kaçmak istiyorsunuz, kaçma isteğiniz bilinçaltında aslen ilgi odaklı olduğu halde size inanılmaz gerçek geliyor. Kimse ama kimse sizi anlamıyor, Ahmet de zaten Ayşe'yle çıkıyor, siz ise hayatınızın en büyük kazığını yediğinizi, büyüdüğünüzü zannediyorsunuz, "artık kimse beni yaralayamaz ühühü" deyip, "çok şey yaşamış, aşmış" yahut "hep sefil" karizmasına sığınıyorsunuz.

Üstelik yıllar sonra güldüğünüz bu hal gayet de normal o yaş için, her şeyi bildiğini zannetmek de normal, bunun üzerinden sisteme karşı olmak da normal. Yavaş bilinçlenmeyi, anında aydınlanma zannetmek bile normal. Beyninizin gelişmesine ve hormonların etkisine alışmak kolay bir şey değil, öyle ki, aynı anda hem vücut koordinasyonunuz gelişiyor, bunu hissediyorsunuz, ama bir yandan da vücudunuz o kadar ani büyüyor ki kontrol edemiyorsunuz. Hadi bunları geçtim, çirkinsiniz yahu. Muhtemelen bundan sonraki hayatınızda olmayacağınız kadar çirkinsiniz (Kimsenin sizi anlamadığına değinmiş miydim? Hah, tamam...).

Lisede az çok alışıyorsunuz bu duruma, Üniversitede ise "erken yetişkinlik" denen döneme giriyorsunuz, ki zaten yetişkinlik kelimesinin bu terim içinde bulunması bile sinir bozucu yeterince. Artık kendi sorumluluklarınız, kendi hayatınız var, ve böyle olunca kendinize daha düşünsel, daha ideolojik sorumluluklar yaratabiliyorsunuz. Bu sefer isyanda değilsiniz, kimsenin sizi izlediğini düşünmüyorsunuz, ya da görülüp görülmemek çok da önemli değil, sadece sorumluluğunuz olduğunu düşünüyorsunuz; kendinize karşı, topluma karşı, ülkenize yahut dünyaya karşı. Bir süperkahramanlık hissidir gidiyor, bir şeyleri değiştirebilecek güce sahip olduğunuzu hissediyorsunuz -ki zaten bir şeyleri değiştirebileceğiniz/şekillendirebileceğiniz yaşlar da bunlar. Cesaret ediyorsunuz ya da etmiyorsunuz, tepki gösteriyorsunuz ya da göstermiyorsunuz, hatta belki söz konusu hissiyat artık o kadar canınızı acıtmaya başlıyor ki her şeyden uzaklaşıyorsunuz.

Yüksek ihtimalle şu oluyor; birkaç yerde boy gösteriyorsunuz, kendi vicdanınızı tatmin ediyor ve "en azından elimden geleni yaptım" diyorsunuz, yahut bir şey yapmamış oluyorsunuz, yine olsa yine yapamayacağınızı biliyorsunuz ve mutsuz oluyorsunuz, sırf kapasitenizi ve gücünüzü kullanmamış olduğunuz için-ki öyle bir kapasite yahut gücün olduğu bile muamma, ama sonuçta erken yetişkinlik oldukça gaz bir dönem, yanılsamaları yadırgayacak değilim. Ha, tabii gerçekten bir şeyler değiştirme olağınız da var, bu müzik piyasasının gidiş yönü de olabilir, okuldaki sistemin gidişatı da olabilir, İsrail'deki savaş da olabilir, o zaman da tarihe geçiyorsunuz zaten.

Peki arada bir yerlerde bir dönem var, yani aynı anda hem ergenliğin reddedildiği, hem yetişkinlik yolunda ilerlenilen ama tam yetişkin de olunamayan, hatta ergen özelliklerinin taşınmaya devam edildiği. Yani, 'herkes beni izliyor' hissiyatı hala var, prim odaklı hareket hala mevcut, ama bu sefer isyan yok, hatta büyümüş olmanın kanıtlanması üzerine 'isyansızlık' bile söz konusu. Dediğim gibi, aldığı dünyaya dair ilk bilgi, ve ürettiği ilk düşünceyle, başka hiçbir faktörü göz önünde bulundurmadan her şeyi çözdüğünü hissetme, ve artık büyüdüğünü, bir şeyleri aştığını ve bir şeyleri bildiğini kanıtlamak için bunu tek doğru olarak görme.

İnsanın kişisel tarihinin, farkında olmadığı, en rezalet dönemi diyebilirim, hiç düşünmeden. Çünkü uzaktan baktığında ne gülümseyebiliyorsun, ne de "yahu ne gazdık, ne hayallerimiz vardı" diyebiliyorsun. Bomboş bir dönem, dopdolu zannedilen, bomboş. Sadece ukalalık var, ve işin kötü tarafı, hemen hemen herkes bu dönemi kısa ya da uzun yaşıyor. Bazıları biraz daha uzun yaşıyor ve hatta atlatamıyor, ki ben bile kendi açımdan atlatabildiğime emin değilim.

Aslında bunu yargılamak da çok mantıklı değil. İnsanlar istedikleri tarzda düşünebilir, istedikleri yönde ilerleyebilir ve hatta kimsenin kimseyi onaylama zorunluluğu da yok. Kişinin düşüncesi mantıksız bile olsa kişinin kendi düşüncesidir. Burada düşünceye saygıyı yitirmeme neden olacak olan tek şey, düşüncenin "düşünce olmak" yahut "üzerine düşünülmek"ten çok bir prim, dikkat çekme yahut farklı olma çabası taşımasıdır. Yani söz konusu durumda düşünce, asıl işlevini kaybeder, farklılık karizmasının aracı olur.

Fakat farklılık karizmasının genel yapısında şöyle bir sorun var, bu karizmaya sahip olabilmek için gerçekten farklı olmak gerekiyor. Kişi, zaten sadece ortaya farklı bir düşünce koydu diye farklı olmuyor, söz konusu karizmaya sahip olmuyor, amaca ulaşması için bir sürü ön koşul var yahu.

Ama şöyle de bir durum var; insanın kendinin gerçekten farkında olması çok kolay bir şey değil. Yani, ben burda kendimce kafama takılan ve yorumladığım şeyleri yazarken okuyanın içinin bayılması gibi, kişi insanlara sunduğu kendi görüntüsünü dışarıdan göremiyor. Mantıklı bir düşünce 'bulduğunu' ve bunu uzunca bir süre sağda solda kullanacağını düşünürsek, kendini üstün görmesi ve bunu beden dilinde yansıtması bile normal. Karşı çıkıldığında ergenlikten kalan "anlamıyorlar" kalıbına sığınabilecek, ancak bu sefer kendine güveni yerinde olacak, fark bu.

0 beyin hücresi yaşıyor...:

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP