10 Şubat 2009 Salı

"Dinlediğin her şarkı, o anın fon müziğiydi, yaptığın her şey de kesinlikle çok iyi bir senaryo yazarının elinden çıkmıştı. Kendi filminde edinmiş olduğun rol çok hoşuna gidiyordu, üzüntün de, sevincin de o rolden süzülerek hayata aktarılıyordu. Yani evet, aslında bu tamamen senin hayattan aldığın kendi keyfinle ilgili olabilirdi, ama sen bu filmi seyirciler için çekmiyor muydun?

Hayır, aslında tek problem, diğer oyuncuların senin senaryona göre hareket etmemesiydi."


Bunu uzun zamandır yazasım vardı aslen, yani kaç yıl, sanırım 5. O zamanlar O.C. yayınlanıyordu, çevremde tek tük hayatını dizi gibi yaşamaya çalışan insan vardı. "Herkes beni izliyor galiba"dan "kimsenin beni izlediği yok, kafama göre takılayım" realistliğine yeni ulaştığımız zamanlar. Mp3çalarlar sağolsun, her anımıza müzik ekleyebiliyorduk, o müziklere özel anlam yükleyebiliyorduk, çünkü filmlerde öyleydi. Yine de çok kaptırmıyorduk, film olmadığımızın farkındaydık ve hayatı sinematografik sahnelerden çok, yaşadıklarımızdan aldığımız keyifle güzelleştirmeye çalışıyorduk.

Sonra büyüdük, "erken yetişkinlik" dönemine girdik, yine kayıtsızdık, ama daha ciddiydik. Fizyolojimiz ve düşünce yapımız, hatta yaşımız ve yaşayabileceklerimiz bir film çekmeye daha uygundu, ama hayat git gide daha çok sıkıyordu (göreceli kavram). Filmler izleyip, oradaki kahramanlar olmak istedik, çünkü onların üzerine film çekmeye değer hayatları, ilişkileri, anıları vardı. Onlar sıradan değildi, halbuki biz hepimiz birbirimize benziyorduk. Belki hepimiz birbirimizden farklıydık, ama bunu sadece kendimiz biliyorduk.

Dolayısıyla farklı olduğumuzu hem insanlara, hem de kendimize kanıtlamamız lazımdı. "Bakın ben farklı bir şey yapıyorum, bakın bakın ne kadar çok şey biliyorum" durumundan bahsediyorum. Farklı olduğumuz, çevremizdeki diğer farklı olmaya çalışan kişilerce onay gördükçe, kendi inancımız da tazelenecekti. Mutsuz olmayı sevecektik, bilinçsiz bir şekilde, sırf güzel bir görüntü verdiği ve belki müzikle uyduğu için.

Gerçekten üzgün olduğu ve o anda yağmur umrunda olmadığı için, gidip sağnak yağmurda bir banka oturabilir bir insan. Bir sigara yakabilir, ağlayabilir. Aynı şeyleri sadece bu güzel bir sahne olduğu için de yapabilir. Gerçekten sinirlendiği için değil, sinirlenmenin ona yakıştığını düşündüğü için kavga edebilir. Bambaşka bir blogda geçtiği gibi, kendini şarkıya uydurmak için yaşayabilir.

Ki bu hepimizin yaptığı bir şey değil mi ki. Fazla senaryolaştı diye bütün ciddiyeti bozmak bile bu yola giriyor, sanki takmıyormuşum, ciddiye almıyormuşum gibi. Aslen muhabbeti, eriştiği sinema boyutundan indirip, insanları uyandırmak amaç, ama böyle bir amaç yüklenmek bile seyirciye oynamak aslında.

Demek istediğim, bu normal bir şey, kabul ediyorum. Ama iki ucu var bu olayın: tamamen kendi keyfi için, içten içe film sahneleri tasarlayanlar ve tamamen dışarıya verdiği izlenimden keyif alanlar. Vuhu. Biraz töhmet altında bıraktım sanırım insanları, ama bunun doğru olmadığını söyleyemeyiz ki. Sadece, insandan insana, bu iki ucun dengesinin değiştiğini söyleyebiliriz.

İçimdeki şu gereksiz hissiyatı yaratan da, bana ve bir sürü insana verilen, verilmeye çalışılan izlenim. Evet, filmler var ve o filmleri seyretmek zorunda değiliz, ama filmler iç içe geçtiğinde, yüksek bütçeli Holywood filmleri, überbohem Fransız filmleri, düşük bütçeli yüksek entellektüeliteli bağımsız filmler, 'sevimli' romantik komediler geçiyor iç içe. Bunların arasında sırf baş karakterden kazananlar da var, senaryodan da, prodüksiyondan da. İzlemek istemediğiniz film gibi bir seçenek yok, çünkü o sizin normal filminizin bir şekilde içine sızıyor zaten. American Pie tadındaki hayatınıza Fransız enteli giriyor, siz kaykay yaparken arkada Edith Piaf çalıyor; bunun gibi bir şey.

Rahatsız mıyım? Bilmiyorum, olmamalıyım. Olunmamalı. Böyle çünkü, herkes kendi filmini yaşamak istiyor. Herkes farklı olmak istiyor. Herkes aynaya baktığında poz veriyor. Bütün bunları tamamen reddetmek de başka bir "ben farklıyım" söylemine dönüşüyor, ve yine tamamen güzel bir sahne/sağlam bir karakter üretme çabasından öteye gitmiyor. Dalga geçerken, bir yandan içimden "sen çok farklısın sanki" cümlesi yükseliyor, aklıma anlam yüklediğim bütün şarkılar, aynalara verdiğim tüm pozlar geliyor.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP