1 Haziran 2010 Salı

“Hayata dair her hedefin belli, ve herkes biliyor; en doğrusunu da sen bilirsin. Ulaşmak istediğin şeylerle arandaki engeller, sen söz konusu olduğunda engel bile değil. Her insan senin, her okul senin, her şirket senin ve herkes seni gerçekten merak ediyor.

İşin ilginç tarafı, senin algın bu. Ve sen algınla, anlayamadığım bir şekilde, çevrendeki dünyayı şekillendirebiliyorsun.”

Aşırı özgüven beni ne zaman rahatsız etmeye başladı, emin değilim, belki de ben kendime hiç bu kadar güvenemediğimden. Çünkü genel olarak insanda, kendine benzemeyene yan gözle bakma eğilimi mevcuttur, hani farklılığın çekiciliği bir yana, hepimiz bir şekilde yanımızdakini kendimize benzetmeye, olmadı yanımızdakine benzemeye meyilliyiz. Ama konu bu değil.

“Yapabilirim herhalde ya?” ile “Bunu yapabileceğime inanıyorum” arasındaki farktan bahsediyorum ben. Bunu nasıl açıklayabilirim bilmiyorum, ama sanırım şu uygun bir karşılaştırma olacaktır: “Yapabilirim herhalde ya?” genel bir kendine güven içerir, ama yapmama ihtimali de mevcuttur, kişi bunun farkındadır. “Bunu yapabileceğime inanıyorum” ise ağzına kadar özgüvenle doludur, kişi bütün gelişimini tamamlamıştır, edinebileceği tüm yetilere zaten sahiptir.

Bu noktada, yani gelişimi tamamlama konusunda aniden tek kaşım kalkıveriyor benim; insanın bütün gelişimini tamamladığına inanması tuhaf geliyor. Bir şeyler görüyoruz, bir şeyler tecrübe ediyoruz, algılarımız da yeterince açıksa bir şekilde öğreniyoruz, gelişiyoruz. Bu biten bir şey değil. Aslında, evet, belki bir noktada yapmamız gereken iş için yeterliyiz, ama hiçbir zaman “yeterli” olamayız, bunun bir son noktası yok. Gerekli mi o sona ulaşmaya çalışmak, o tartışılır, ama okunacak kitap, dinlenecek müzik, gidilecek okul, öğrenilecek konunun sonu yok. Edinilecek tecrübe bizim ölümümüzle bitiyor, ama o zamana kadar kişisel gelişimimizin de sonu yok; kendimizi kapatmadığımız sürece. Bu da sanırım paragraf başında tek kaşımı kaldırdığım noktaya geliyor; kişi kendi gelişmişliğine o kadar güveniyor ki kendini herhangi bir gelişim ihtimaline kapatıyor.

“Bunu yapabileceğime inanıyorum”, bütün bu kapalılığını Amerikan Psikolojik Danışmanlık kalıplarından olmasına bağlayabilir aslında. Özgüven çalışmalarında kişiye tekrarlanan cümleler gibi sanki. Bu yüzden belki bir şekillendirilmişlik var, cümleye bağlı kalmadan, aşırı özgüvende. Yani evet, kendimize ne kadar da güveniyoruz, ama bu güven, sadece kendisinden kaynaklı bir şekilde içi boş gözüküyor, şeklinden dolayı. İnsanın kendisine bu derece uç noktada güvenmesi, kendini herkesin merkezi olarakk görmesi için gerçekten bir sebep göremediğimden.

Anlamadığım başka bir durum söz konusu, söz konusu “aşırı özgüven sahibi kişi”, bir şekilde çevresindeki dünyayı da buna göre şekillendirebiliyor. “Kendini gerçekleştiren kehanet” gibi belki, sırf kendine mükemmelliği, doğruluğu konusunda bu kadar güvendiği için mükemmel ve doğru oluyor, herkesi yanlış görme hakkını kendinde gördüğü için herkes yanlış yollarda ilerliyor. Aşırı özgüven, nasıl ki kendini boşlaştırıyorsa, yine kendini büyütüyor ve güzel gösteriyor, insanları etkiliyor, insanları bir yerlere taşıyor. Dünya bu özgüvenin anlattığı hikayelerle dolup taşıyor, başardıklarını dinliyor. Hani özgüven sahibi, insanları gerçekten ilgilendirdiğini düşünüyor, ama insanlar da kişisel alanda kalmayan ve çevreye taşan bu uç noktadaki kendini ifadeyle, ve hatta sadece kendini ifadeyle ilgileniyor.

Buna aslında o kadar kızmıyorum, çünkü şu “an” bunu istiyor. Hayat bunu istiyor. İnsanlar buna maruz kalmak istiyor. Daha da güzeli, siz içten içe o insanı küçük görür, “pöf” derken, aslında o insandan çok da bir farkınız kalmıyor. Tek farkınız, siz kendinizi üstün görmüyorsunuz, yanınızdakini yetersiz görüyorsunuz, bir de bunu dışarı yansıtmıyorsunuz. O ise zaten kendisinden başkasını pek görmüyor. Ama bunlardan hangisi daha iyi, hangisi daha kötü, hangisi daha rahatsız edici, onu bilemiyorum.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP